Sanayi dünyasında, “her şey dijitalleşiyor” sözü artık sıradan bir ifade değil; aynı zamanda operasyonların, üretimin ve altyapının tam kalbine işliyor. Bu değişimle birlikte, geleneksel savunma yaklaşımları—tıpkı eski güvenlik hendeği gibi—tehlike karşısında sarsılıyor. Özellikle OT (Operational Technology / Operasyonel Teknoloji) ortamında işler farklılaşmış durumda. Fizikî süreçler, üretim hatları, SCADA sistemleri, kontrol odaları artık yalnızca “mekanik sistemler” değil; siber saldırıların da hedefi. Bu nedenle, “görünürlük”den öteye geçen, gerçek zamanlı ve çevik bir savunma anlayışına geçmek kaçınılmaz hâle geldi.
Eski Altyapılarda Yeni Güvenlik Yaklaşımı
Sanayi sistemleri genellikle “bugün için yeterli” diye kurulmuş altyapılar üzerine inşa edildi. Ancak zaman içinde şunu gördük: bu sistemlerin bir kısmı modern siber güvenlik için tasarlanmamıştı — mesela şifrelenmemiş ICS protokolleri (Modbus, BACnet, Ethernet/IP) ve kimlik yönetimi eksikleri hâlâ risk barındırıyor.
Bu tür “legacy” altyapılar için büyük yama döngüleri, uzaktan erişim riskleri ve tedarik zinciri açıklıkları, siber güvenlik kesintisiyle değil; operasyonel esneklikle baş başa kalmayı gereken bir dengeye dönüştürüyor.
Yeni yaklaşım ne diyor? Şöyle: “Görünmeyeni görünür kıl, açıları kapat — ama üretimi durdurmadan.” Yapay zekâ destekli anomali tespiti, mikro-segmentasyon, kimlik tabanlı erişim denetimleri ve esnek şifreleme gibi yöntemler, daha önce kapatılamaz denilen açıklıkları ek operasyonel yük yaratmadan kapatmayı hedefliyor.
Kanıta Dayalı Risk, Somut Veriler
Artık siber güvenlik konuşulurken “çok da kötü değil” türünden değerlendirmeler pek geçmiyor. Yerini “bu açık, bu sistemde bu kadar süreyle açıktı; işletmemize bu kadar zarar verebilirdi” şeklinde konuşmalar alıyor. Yani niteliksel değil, nicel risk modelleri ön plâna çıkıyor. Örneğin bir sistemde tespit edilen anomalinin operasyonel duruşa ve finansal kayıplara etkisi sayısallaştırılıyor. Bu da yönetim kurullarına ve üst yönetime “buraya yatırım yapmalısınız” diye somut bir içerik sunuyor.
Aynı zamanda, bu modelle beraber standartlar da önem kazanıyor: NIS2, ISA/IEC 62443 gibi… Altyapımızı bu standartlarla uyumlu hâle getirirken, iş stratejisinin bir parçası olarak güvenliği ele almak şart.
Tedarik Zinciri: Savunmanın Yeni Sahası
Bir zamanlar uzak ve değişken diye düşünülen “tedarik zinciri” artık siber saldırganların birincil hedefi hâline geldi. Yan kuruluşlar, tedarikçiler, üçüncü taraf iş ortakları ya da servis sağlayıcılar—hepsi birer risk noktası. Bu yüzden OT güvenliği artık sadece “fabrika duvarı içi” ile sınırlı değil; tedarikçi havuzu, partner ekosistemi ve dış erişimler de kapsanmalı.
Bu yeni savunma mimarisinde gerçek-zamanlı risk izleme, tedarikçi güvenliği değerlendirmeleri ve veri bütünlüğü koruma mekanizmaları merkezi bir rol oynuyor.
Sıfır Güven (Zero Trust) ve Otonom Savunma
Bugün “kim güvenilir?” sorusu yerini “kime hiç güvenilemez?” sorusuna bırakıyor. Yani geleneksel sınırlar muallakta. Bu bağlamda, Zero Trust yani “hiç kimseyi otomatik olarak güvenilir sayma, her isteği doğrula” anlayışı OT’de de giderek kritikleşiyor. Kimlik yönetimi, mikro-segmentasyon ve kimlik tabanlı erişim kontrolü bu yaklaşımların belkemiğini oluşturuyor.
Buna ek olarak, saldırganlar artık yapay zekâ yardımıyla çok daha çevik hareket ediyor; savunmanın da bu düzeye erişmesi gerekiyor. Öngörülü, otonom ve aldatmaya (deception) dayalı savunma yaklaşımları yeni normalimiz oluyor.
Sonuç: Güvenlik Stratejinin Kalbine Yerleşiyor
Adaptif OT siber güvenliği artık önleyici bir tedbir değil; iş sürekliliğini, dijital dönüşümü ve operasyonel esnekliği güvenle sürdürebilen stratejik bir unsur haline geldi. Güvenlik ve üretim birbirini dışlamadan, tam tersine birbirini destekleyerek ilerliyor. “Operasyon – Güvenlik” ekseninde ortaya çıkan bu yeni dönem, siber dayanıklılığı yönetim, teknoloji ve operasyonun ortak alanına taşıyor.
